
Uzun zaman oldu kaleme almayalı bir şeyleri. Zira iyi iken yazmak gelmiyor pek içimden. Ne zaman darlansam, ne zaman isyanın kıyısına varsam, o zaman bir rahatlama aracı olarak kullanıyorum kalemi ve kağıdı. Yine öyle bir zaman geldi çatı! Bunaldım, sıkıldım, yoruldum! Yine sorguluyorum kendimi, insanları, hayatı, nedenleri, niyeleri, hayalleri, gerçekleri…
Bir tarafım var ki çok güçlü, dirayetli! Olgunlukla karşılıyor olup biten her
şeyi ve umursamıyor kıymetini bilmeyen kişi ya da kişileri… Bir tarafımsa sürekli
soruyor aynı soruyu; NEDEN?
Çok insan tanıdım, çok olaya şahit oldu gözlerim! Üstelik insan analiz etmeyi, gözlem yapmayı, sebep sonuç ilişkileri kurmayı da pek bir severim! Sorun da tam olarak burada başlıyor diyebilirim…
Daha başında görüyorum her şeyi, neyin nereye varacağını, fakat yine de kahrolası öz güvenimle dalıyorum bir maceranın içine!
Peki neden? Neden bu kadar çok güveniyorum kendime? Neden her şeyi düzeltebileceğimi zannediyorum? Neden sevginin, iyi niyetin ve sabrın her insanı doğruya taşıyabileceğine inanıyorum?
Daha her şeyin başında belliyken kişilerin neler yapabilecekleri, neler yaşatabilecekleri, neden bu kadar öz güvenle deniyorum olmayacak şeyleri?
Oysa insanları tanıyorum! Hazin sonu görüyorum! Ne kadar iyi olursam, o kadar değersiz olacağımı da biliyorum! Peki, neden? Neden deniyorum tekrar tekrar? Bilmiyorum!
Beni tüketen de bu bilinmezlik ya zaten. Bilinmezlikleri sevmiyorum!
Sevmediğim, hatta sinir olduğum başka şeyler de var! Mesela ben samimiyete inanırım. Söylediklerim yaptıklarımla örtüşür. Tutamayacağım sözler vermem. Yaşadıklarımı hakkını vererek yaşarım. Seviyorum diyorsam mesela, o sevgiye yakışır şekilde davranırım… Mesela daha başında söylerim ben yapamayacaklarımı, istemediklerimi ve sevmediklerimi! Sevmiyorum arkadaşım! samimiyetsizlik, tutarsızlık, riyakarlık sevmiyorum!
Zaten bu noktada da saçma ve anlamsız buluyorum insanları, kolay olanı zor kılanları, temiz olanı kirletenleri, sahipken kıymet bilmeyen ama değilken; "neden sevilmiyorum gerçek anlamda" diye sitem edenleri!
Şöyle bir bakıyorum şahıslar değişse de hikayeler hep aynı! Kimi istemesen, kimi sevmesen, kime soğuk davransan, etrafında pervane! Kimi sevsen, kimi özel bilsen, kime değer versen, umursamaz, kıymet bilmez ve en acısı da gözü dışarıda, ihanete gebe!
Düşünsene! Zor seviyorsun, zor olduğu için çok seviyorsun, çok sevdiğin için çok yanıyorsun! Sen yanarken bir bakıyorsun karşındaki; sanki sen hiç olmamışsın gibi yaşıyor hayatını, gün ediyor gününü! İçin daralıyor, keyfin kaçıyor, öfkeleniyorsun, pişman oluyorsun yaşadığın şeylere ve soğuyorsun içten içe, kanaya-kanaya! Sonra gün geliyor, geçiyor içindeki yangın, önemsizleşiyor varlığı-yokluğu, kabulleniyorsun seni hak etmediğini ve toparlıyorsun kendini, devam ediyorsun hayatına kaldığın yerden! Ki seni alt-üst eden, sinir eden paradoks ta tam burada başlıyor aslında…
Sen her şeyi geride bırakıp, tam anlamıyla vazgeçmişken kıymetini bilmeyenden! Bir anda kıymetli oluyorsun, ne hikmetse özleniyorsun, yokluğuna tahammül edilemiyor, geri dönmen için her yol deneniyor!
Ne güzel İstanbul be! Git gez-dolaş, ara daha iyisini, yaşamadığın şey kalmasın, tek tek tecrübe et insanları, sonra fark et ne kaybettiğini ve geri iste, ağla, sızla, sensiz yapamam de! Kusura bakmasın kimse! O, beni yok sayıp keyfine bakarken; ben onca acı çekip, küllerimden yeniden doğmuşsam şayet, onun ne hissettiği, ne yaşadığı çok ta s*k*mde!
Bilmiyorum! İnsanlar neden hayat sanki çok uzunmuş gibi ya da sevmek-sevilmek kolaymış gibi, tereddüt etmeden kirletebiliyor tertemiz duyguları, mahvedebiliyor rüya gibi bir hayatı? Gerçekten bilmiyorum!
Ama bildiğim bir şey var! Kimse yaşattıklarını yaşamadan ölmüyor bu dünyada! İyi ya da kötü yapılan her şeyin bir sonucu var ve ne yaparsa yapsın kişi, o sonuçtan kaçamıyor asla!
Bugün gençliğin, güzelliğin yanılgısıyla kıymeti bilinmeyen duygular, yarın yaş ilerledikçe, yalnızlık ruha çöktükçe; tek istenilen ama ne yapılırsa yapılsın sahip olunamayıp, kahrolunan duygular haline dönüşüyor! Ki çok defa gördüm kaçınılmaz bu sonu! Ve tekrar göreceğimden de zerre şüphe duymuyorum!
Bu sebeple diyorum ki; sonucuna razı olamayacağınız hatalardan kaçınmanız, mutlu bir hayat yaşayabilmeniz için elzem bir konudur!
Kaleme aldığım bu konu da dünün ya da bugünün değil, yarının konusudur!
“Selçuk Mutlu” – 08.11.2019
Çok insan tanıdım, çok olaya şahit oldu gözlerim! Üstelik insan analiz etmeyi, gözlem yapmayı, sebep sonuç ilişkileri kurmayı da pek bir severim! Sorun da tam olarak burada başlıyor diyebilirim…
Daha başında görüyorum her şeyi, neyin nereye varacağını, fakat yine de kahrolası öz güvenimle dalıyorum bir maceranın içine!
Peki neden? Neden bu kadar çok güveniyorum kendime? Neden her şeyi düzeltebileceğimi zannediyorum? Neden sevginin, iyi niyetin ve sabrın her insanı doğruya taşıyabileceğine inanıyorum?
Daha her şeyin başında belliyken kişilerin neler yapabilecekleri, neler yaşatabilecekleri, neden bu kadar öz güvenle deniyorum olmayacak şeyleri?
Oysa insanları tanıyorum! Hazin sonu görüyorum! Ne kadar iyi olursam, o kadar değersiz olacağımı da biliyorum! Peki, neden? Neden deniyorum tekrar tekrar? Bilmiyorum!
Beni tüketen de bu bilinmezlik ya zaten. Bilinmezlikleri sevmiyorum!
Sevmediğim, hatta sinir olduğum başka şeyler de var! Mesela ben samimiyete inanırım. Söylediklerim yaptıklarımla örtüşür. Tutamayacağım sözler vermem. Yaşadıklarımı hakkını vererek yaşarım. Seviyorum diyorsam mesela, o sevgiye yakışır şekilde davranırım… Mesela daha başında söylerim ben yapamayacaklarımı, istemediklerimi ve sevmediklerimi! Sevmiyorum arkadaşım! samimiyetsizlik, tutarsızlık, riyakarlık sevmiyorum!
Zaten bu noktada da saçma ve anlamsız buluyorum insanları, kolay olanı zor kılanları, temiz olanı kirletenleri, sahipken kıymet bilmeyen ama değilken; "neden sevilmiyorum gerçek anlamda" diye sitem edenleri!
Şöyle bir bakıyorum şahıslar değişse de hikayeler hep aynı! Kimi istemesen, kimi sevmesen, kime soğuk davransan, etrafında pervane! Kimi sevsen, kimi özel bilsen, kime değer versen, umursamaz, kıymet bilmez ve en acısı da gözü dışarıda, ihanete gebe!
Düşünsene! Zor seviyorsun, zor olduğu için çok seviyorsun, çok sevdiğin için çok yanıyorsun! Sen yanarken bir bakıyorsun karşındaki; sanki sen hiç olmamışsın gibi yaşıyor hayatını, gün ediyor gününü! İçin daralıyor, keyfin kaçıyor, öfkeleniyorsun, pişman oluyorsun yaşadığın şeylere ve soğuyorsun içten içe, kanaya-kanaya! Sonra gün geliyor, geçiyor içindeki yangın, önemsizleşiyor varlığı-yokluğu, kabulleniyorsun seni hak etmediğini ve toparlıyorsun kendini, devam ediyorsun hayatına kaldığın yerden! Ki seni alt-üst eden, sinir eden paradoks ta tam burada başlıyor aslında…
Sen her şeyi geride bırakıp, tam anlamıyla vazgeçmişken kıymetini bilmeyenden! Bir anda kıymetli oluyorsun, ne hikmetse özleniyorsun, yokluğuna tahammül edilemiyor, geri dönmen için her yol deneniyor!
Ne güzel İstanbul be! Git gez-dolaş, ara daha iyisini, yaşamadığın şey kalmasın, tek tek tecrübe et insanları, sonra fark et ne kaybettiğini ve geri iste, ağla, sızla, sensiz yapamam de! Kusura bakmasın kimse! O, beni yok sayıp keyfine bakarken; ben onca acı çekip, küllerimden yeniden doğmuşsam şayet, onun ne hissettiği, ne yaşadığı çok ta s*k*mde!
Bilmiyorum! İnsanlar neden hayat sanki çok uzunmuş gibi ya da sevmek-sevilmek kolaymış gibi, tereddüt etmeden kirletebiliyor tertemiz duyguları, mahvedebiliyor rüya gibi bir hayatı? Gerçekten bilmiyorum!
Ama bildiğim bir şey var! Kimse yaşattıklarını yaşamadan ölmüyor bu dünyada! İyi ya da kötü yapılan her şeyin bir sonucu var ve ne yaparsa yapsın kişi, o sonuçtan kaçamıyor asla!
Bugün gençliğin, güzelliğin yanılgısıyla kıymeti bilinmeyen duygular, yarın yaş ilerledikçe, yalnızlık ruha çöktükçe; tek istenilen ama ne yapılırsa yapılsın sahip olunamayıp, kahrolunan duygular haline dönüşüyor! Ki çok defa gördüm kaçınılmaz bu sonu! Ve tekrar göreceğimden de zerre şüphe duymuyorum!
Bu sebeple diyorum ki; sonucuna razı olamayacağınız hatalardan kaçınmanız, mutlu bir hayat yaşayabilmeniz için elzem bir konudur!
Kaleme aldığım bu konu da dünün ya da bugünün değil, yarının konusudur!
“Selçuk Mutlu” – 08.11.2019